Kalça eklemi bilindiği üzere uyluk kemiği başı ile basen (pelvis) kemiğinin yan tarafında yer alan asetabulum ya da yuva dediğimiz bölümün oluşturduğu eklemdir. Bu eklemin yüzeyini oluşturan kıkırdakların aşınması sonucu kalça kireçlenmesi veya daha doğru bir deyişle kalça artrozu (koksartroz) gelişir.
Kalça kireçlenmesinin temelde iki tipi vardır :
1. Altında herhangi neden yatmaksızın kendiliğinden gelişen kalça kireçlenmesine primer koksartroz denir. Bu tip kireçlenme tüm kalça kireçlenmesi vakalarının % 40'nı oluşturur ve genelde 60 yaş üstü hastalarda görülür. Kalıtsal özelliğinden bahsedilse de bu henüz ispatlanamamıştır.
2. Herhangi bir başka nedene bağlı olarak gelişen kalça kireçlenmesine de ikincil ya da sekonder koksartroz denir. Kalça kireçlenmesini yaratan sebepler içinde en sık rastladığımız doğuştan kalça yuvasının yeterince gelişmemiş olmasıdır. Buna asetabuler displazi adını veriyoruz. Bu olguyu kendi başlığı altında daha geniş inceleyeceğiz ama kısaca bir cümle söylenecek olursa asetabuler displazide kalça kireçlenmesi oluşumunun temel nedeni, birim alana binen yükün çok fazla artmasıdır.
Kalça kireçlenmesine sebep olan diğer nedenler arasında ise kalça eklem içi geçirilmiş kırıklar, femur başı avasküler nekrozu, ileri evre femoro-asetabuler sıkışma sendromu, sinovyal kondro kalsinosiz, vb sayılabilir.
Kalça kireçlenmesinde hastayı en çok rahatsız eden belirti ağrıdır. Bu ağrı kasıkta olabileceği gibi kalça eklemin dış tarafında da olabilir veya kaba ete saplanan sancı tarzında da ortaya çıkabilir. Yine sıklıkla ağrı kalçadan ziyade belde veya dizde hissedilebilir. Belde hissedilen bu ağrı o derece yanıltıcıdır ki kalça kireçlenmesi olan bir çok hasta yanlış bir şekilde bel fıtığı nedeniyle tedavi edilmeye çalışılır. Hatta bunlardan bir kısmı aynı nedenle ameliyat edilir. Dolayısıyla bel ya da diz ağrısıyla elen hastalarda kalça muayanesi özenli bir şekilde yapılması şarttır.
Ağrıdan sonra ortaya çıkan diğer belirti ise hareket kısıtlılığıdır. Günlük yaşamda kalçamızı çok az hareket ettirdiğimiz için kısıtlanmayı çok geç fark ederiz. Bu kısıtlanma çok ileri evreye vardığında topallama ve bacakta yalancı kısalma şeklinde ortaya çıkarak hastayı rahatsız etmeye başlar. Bu durumda söz konusu olan kemiğin gerçek anlamda kısalması değil eklem kapsülünün büzüşerek kemiğin iz düşümünün kısalması sonucu ortaya çıkan sahte kısalıktır. Ameliyattan sonra bu kısalık ortadan kalkar.
Başlangıçta sadece yürümekle veya merdiven inip çıkmakla ortaya çıkan ağrı, zaman içerisinde kişinin uyurken sağdan sola dönmesiyle dahi ortaya çıkan boyutlara ulaşır.
Kalça kireçlenmesi teşhisinde en önemli yeri kalçanın muayenesi oluşturur. Hasta daha muayene odasına girerken ağrıyan tarafı korumaya yönelik topallayarak yürür. Muayene masasına yatırılıp incelenirken bir bacak karına çekildiğinde büzüşen ön kapsülden dolayı hasta taraf da havaya kalkar (Thomas testi). Yine kalça hareketleri muayene edildiğinde kalçanın dış rotasyonda durduğu ve iç tarafa doğru döndürülemediği görülür. Burada bir konuda uyarıda bulunmak gerekir; kalçanın dış rotasyonda durması demek ayağın dışa doğru değil tam tersine karşı bacağa yani vücudun iç tarafına dönük durmasıdır ve ayak bu taraftan dışa doğru getirilemez. Kireçlenme teşhisi dendiğinde de gerekli olan laboratuar tetkiki düz kalça rötgenidir. Kalça kireçlenmesi teşhisinde MR, tomografi gibi daha ileri tetkiklere gerek yoktur.
Kalça kireçlenmesi tedavisi konservatif ve cerrahi olarak iki ana gruba ayrılır.
A. Konservatif ( Koruyucu ya da Ameliyatsız Tedavi )
Kalça kireçlenmesi bir dejenerasyon veya başka bir deyişle yaşlanma süreci olduğundan ne yazık ki konservatif tedavi genelde yüz güldürücü değildir, sadece cerrahi aşamaya gelene kadar hastanın ağrılarını dindirmeye, hareket açıklığını ve kas kuvvetini korumaya yöneliktir. Gereğinden daha uzun süre bu yöntemle tedavi edilmeye çalışılırsa kişi karşı bacağına normalden daha fazla yük verdiği ve belini aşırı derecede zorladığı için karşı taraf dizde ve belde kireçlenmelere neden olabilir.
Dolayısıyla cerrahi aşamaya gelmiş bir kalçada gereksiz yere ilaç veya fizik tedaviyi sürdürmek doğru değildir. İlaç tedavisinin uzun süre sürdürülmesinin diğer bir sakıncası da bu amaçla kullanılan ilaçların mide ve böbrekte yapacağı hasarlardır.
Kalça kireçlenmesinde fizik tedavinin yeri ise sadece kas kuvvetlerinin ve hareket açıklığının korunmasıdır. Kalça kireçlenmesinin ilerlemesini engelleyecek bir etkisi yoktur. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere kalça kireçlenmesinin tedavisi cerrahidir.
B. Kalça Kireçlenmesinin Cerrahi Tedavisi
a. Osteotomiler : Osteotomi, kemiğin kesilerek düzgün bir şekilde kaynatılma ameliyatlarına verilen genel addır. Sekonder koksartrozların doğuştan gelişim kusuru sonucu oluşanlarında erken evrede ve gençken yakalanırsa bu ameliyatlar uygulanabilir. Ancak ne yazık ki ülkemizde kişiler ağrı ciddi derecede ortaya çıkıp kireçlenme iyice yerleştikten sonra
doktora müracaat ettiklerinden bu ameliyatlar çok fazla uygulanma şansı bulamamaktadır.
Kalça çevresi osteotomileri (Periasetobuler osteotomiler, tripl osteotomiler ve femur üst uç osteomileri) ayrı bir konu olarak incelenecektir.
b. Kalça Protezi :
Kalça protezleri kalça kireçlenmesinde % 99’a varan oranda başarılı bir şekilde uygulanan son derece yüz güldürücü ameliyatlardır. Kendi başlığı altında geniş bir şekilde irdelenecektir.